Teksif Sendikası 19. Olağan Genel Kurulu 14-15 Şubat 2015 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Genel Kurul’da bir konuşma yapan Nazmi Irgat’ın konuşmasının tamamı şöyledir:
Değerli konuklar, değerli tekstil işçisi arkadaşlarım, mücadele arkadaşlarım,
1951 yılından bu yana, yani tam 64 yıldır, ülkemiz sendikal hareketinin temel taşı olan,TÜRK-İŞ’imizin kuruluşuna öncülük eden, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen, bugün ülkemizin en büyük sendikaları arasında olma onuruna erişen, evimiz, yuvamız…Sendikamız Teksif’in 19. Olağan Genel Kuruluna hoş geldiniz.
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Değerli delegeler, değerli mücadele arkadaşlarım,
Yıllar önce bir sendikacı büyüğümüzün dile getirdiği sözler,bugün bizler için hala yol gösterici bir nitelik taşıyor.
“Sendikacılık çileli bir görevdir,
Ancak ideali olanların işidir.”
Evet, sendikacılık bir idealdir…Bir ülküdür…
Ancak artık günümüz koşullarında sendikacılık, işçi sınıfı için bir var olma, yok olma mücadelesidir. Yaşadığımız küresel sömürü düzenine karşı hak ve çıkarlarımızı koruma mücadelesidir. Mücadele etmek ise, bir inanç işidir. Bunun için yalnızca çoğunluk olmak gerekmez. Yalnızca güçlü olmak gerekmez…Büyük olmak, zengin olmak, güçlüden yana olmak gerekmez…Haklı olmak yeterlidir…İnançlı olmak yeterlidir…
Bunların yanında, bir de umutlu olmaktır bizleri güçlü yapan.
Şairin dediği gibi; “Dolaşacaksa en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet…”
Umut, bizim için bitmek, tükenmek bilmeyen bir arzu olmalıdır.
Değerli tekstil işçisi arkadaşlarım,
İşte, zorluklarla ama aynı zamanda başarılarla geçen bir dört yılın ardından, İnancımızı tazeleyerek…Mücadele azmimizi pekiştirerek…Yeni bir umutla karşınızdayız.
Genel Kurulumuza hoş geldiniz…
Sizleri bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
İnsanlık tarihi, ortaçağın karanlık dönemlerinden bu yana, belki de en kötü günlerini yaşıyor. Bunu anlamak için şöyle bir etrafımıza bakmak yeterli. Dünyanın enerji bakımından en verimli bölgesinde, büyük bir paylaşım savaşı yaşanıyor. Enerji kaynaklarını ele geçirmek isteyen dünyanın egemenleri, Bölgemizi adeta bir kan gölüne çevirdiler. Her gün yüzlerce insan öldürülüyor. İnsanlar yerlerinden, yurtlarından sürgün ediliyor. Egemen güçler artık bunu kendi askerleriyle, silahlarıyla da yapmıyorlar. Bölge halklarını birbirlerine kırdırıyorlar.İnançlar üzerinden, kimlikler üzerinden kirli bir savaşı acımasızca sürdürüyorlar. Ölüm, çevremizde kol geziyor.Yalnız çevremizde de değil…Bu yaşananlardan beslenen terör ve şiddet, tüm insanlığı tehdit ediyor.
Ve değerli arkadaşlarım,
İnsanlık adeta tarihi bir sınav veriyor. Bu sınavın sonunda, artık ne yazık ki, önümüzde iki yol var.Ya dünyanın egemenleri kazanacak…Milletler birbirini boğazlamaya devam edecek…Ve dünya yeni bir ortaçağ karanlığı yaşayacak…Ya da sevgi, barış ve kardeşlik kazanacak…Ya silahlar konuşacak, canlara kıyılacak…Ya da insanlar birbirleriyle konuşacak, anlaşacak…Demokrasi ve özgürlükler tüm dünyaya hakim olacak…
Şunu sakın unutmayınız…Biz demokrasiden, özgürlüklerden yanayız…İnançlara saygıdan, barıştan, kardeşlikten yanayız…Biz, ısrarla, “Başka bir dünya mümkündür” diyenlerdeniz.
Barış ve kardeşlik dünyamıza egemen olana kadar, bu inancımızdan, umudumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
Bu yaşananlardan, kaçınılmaz olarak ülkemiz de etkileniyor.Türkiye’nin güneydoğusunda, otuz yıldır süren kardeş kavgası,önü alınamaz bir sürece doğru gidiyor. Bölgeden artık şehit haberleri gelmiyor ama, ulus olarak onurumuzu inciten, yüreğimizi burkan gelişmeler yaşanıyor. Otuz yıldır ülkemizi kana bulayan terör örgütü, bölgede hakimiyetini artırıyor. Ne yazık ki, artık bazı kentler, devletimizin kontrolünden çıkmış durumda. Ancak bizler, adına çözüm süreci denilen bir siyaset uğruna, buna karşı sesimizi yükseltemiyoruz. Şehitlerimizin yasını tutamıyor, gazilerimizin yaralarını saramıyoruz. Ülkemizin bu kanayan yarasına çözüm üretmeye çalışanlar şunu unutmamalıdır: Çözüm, devletimiz adına taviz vermek değildir…Çözüm, üniter yapımızı ortadan kaldıran formüller üretmek, terör örgütünü devletimizin muhatabı yapmak değildir. Çözüm, susmak, boyun eğmek, bize dayatılanları kabul etmek değildir. Bizim için çözüm, hangi etnik kesimden ya da inançtan olursa olsun, herkesin, al bayrağımız altında, barış ve özgürlük içinde bir arada yaşamasıdır. Çözüm, daha çok demokrasi, daha çok özgürlükler, daha çok refahtır. Bunun dışındaki çözümler, sorunu ötelemekten ileri gitmez. Ve gitmeyecektir…
Değerli arkadaşlarım,
Küreselleşme sürecinde sosyal devletin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, sendikalara ve sendikacılara saldırıların arttığı bir dönemi yaşıyoruz. Küreselleşmeyle ortaya çıkan görüş, sendikaların sonunun geldiği, artık sendikal örgütlenmeye ihtiyaç olmadığıdır. Sendikasız üretim ilişkilerini savunmaktır. Örgütlü toplumu yok etmek isteyen küresel kapitalizm,demokrasinin, sosyal devletin ve örgütlülüğün en önemli bütünleyicisi olan sendikaları hedef almıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, örgütsüz insan, küresel çağda egemen güçlerin karşısında çaresizdir. İnsanın bu çaresizlikten kurtulması ve topluma yön verme ve haklarını koruma gücüne erişmesi için örgütlenmesi kaçınılmazdır. Bunun en temel araçlarından biri de, sendikalardır. Küresel sömürü düzeni, sendikal hareketi sermaye karşısında güçsüz bırakıyor…Örgütlü toplumun ve endüstriyel demokrasinin sınırlarını daraltıyor. Artık devletler sermayeyi değil, sermaye, devletleri ve hükümetleri yönlendiriyor. Üretmeyen, istihdam yaratmayan, örgütlü toplumu etkisiz bırakan küresel sermaye, dünyanın üzerine tüm ağırlığı ile çökmüş durumdadır. Bunun sonuçları, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de emekçiler üzerinde acımasızca bir baskının kurulmasına yol açtı. Sendikal hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek bir yana, çalışanlar artık bir köle düzenine mahkum ediliyor. Emekçiler örgütlenemiyor, sömürülüyor…İşten atılıyor…Açlığa mahkum ediliyor…Hepsinden de önemlisi, emekçiler, sermayenin aşırı kar hırsı uğruna, öldürülüyor…Öldürülüyor…
Dünyada da, ülkemizde de aynı şeyleri yaşıyoruz. İşte bakın Bangladeş’e…Nisan 2013’te çokuluslu tekstil markalarına üretim yapan atölyelerin yer aldığı, aynı işkolunda çalıştığımız emekçilerin içine tıkıldığı, derme çatma bir bina çöktü, Bin yüz yirmi yedi işçi yaşamını yitirdi.
İşte bakın Soma’ya…301 arkadaşımızı şehit verdiğimiz bu faciayla, Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı yaşandı. Ancak herkes bilsin ki, Soma’da yaşanan asla bir iş kazası değildir, Bu resmen cinayettir. Hem de, bilerek, göz göre göre işlenmiş bir cinayettir. Soma faciasının yaşandığı akşam, oradaydım. TÜRK-İŞ Genel Başkanımız ve Yönetim Kurulu üyelerimizle birlikte, günlerce orada kaldık. Oradaki drama, acımasızlığa, insanlık dışı uygulamalara gözlerimizle tanıklık ettik. Orada nasıl bir üretim zorlaması yapıldığını, İnsanların daha çok üretim, daha çok kar için nasıl köle gibi çalıştırıldığını, Dayıbaşı ve başka adlar altında nasıl işçi simsarlığı yapıldığını, hepsini gördük arkadaşlar… Hepsini gördük…Ama birileri ortaya çıktı…Ve bütün bunların yalnızca bir kader olduğu söylendi.
İşte değerli arkadaşlarım,
Küresel sermayenin bizlere dayattığı son budur. Ülkemizde kurulmak istenen sömürü düzeninin sonucu budur. Soma’da, Ermenek’te ve diğer iş cinayetleri yaşadığımız işyerlerinde, emekçiler, işverenin doymak bilmeyen kar hırsı yüzünden ölüme gönderilmiştir. Hiçbir kar, hiçbir servet insan hayatından daha değerli değildir, olmamalıdır. Biz böyle bir kaderi asla kabul etmiyoruz… Etmeyeceğiz…Yaşanan bu iş cinayetlerinin sorumlusu, bu ülkede kölelik düzenini hakim kılmak isteyenler, İşçilerimizi kar hırsları uğruna ölüme gönderenler, özelleştirmeleri sihirli değnek gibi topluma sunanlardır. Madenlerde rödövans sistemini getirenler…Üretim fazlası için emekçileri köle gibi çalıştıranlardır.
Değerli arkadaşlarım,
Hepinizin dikkatini çekmek istiyorum. Ülkemizde son 12 Eylül Darbesinden bu yana sendikaları yok etmek isteyen, ellerine geçen her fırsatta sendikaları kötüleyen, sendikaları yok edip, çalışma hayatını dikensiz gül bahçesine çevirmek isteyen, taşeronluk düzenini savunanlar, bu ülkede köle düzenini hakim kılmak isteyenler, iş başındadır. İşvereniyle, siyasetçisiyle, medyasıyla bunlar işbaşındadır. İşlerini düzgün yapan, işçisine ve devlete karşı sorumluluklarını yerine getiren işverenlere elbette sözümüz yok. Ama buradan, Teksif Sendikası kongresinden, işçisini köle gibi gören işverenlere sesleniyorum. Biz bu küresel sömürü düzenine boyun eğmeyeceğiz. Size bu fırsatı vermeyeceğiz. Meydanı sizlere bırakmayacağız. Sonuna kadar direneceğiz, mücadele edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
Ulusal İstihdam Stratejisi adı altında yapılan düzenlemelerle ülkemizde güvencesizlik, esnek çalışma biçimleri öylesine yaygınlaştı,taşeronluk öyle bir boyut kazandı ki, işçimizin canı, artık karından başka bir şey düşünmeyen işverenlerin elinde. Küresel sermaye gözünü kazanılmış haklarımıza dikmiş durumda. Kıdem tazminatı hakkımız elimizden alınmak isteniyor. Kiralık işçilik uygulamasıyla, emekçiler köle pazarlarında kiralanmak isteniyor. Evden çalışma, çağrı üzerine çalışma adları altında ucuz işçilik getirilmeye çalışılıyor.
Amaçları şu:
İşgücü maliyeti düşsün…Güvence olmasın…Sendika olmasın… Toplu sözleşme olmasın…Hatta İş Yasası bile uygulanmasın …
Bunlar yapılınca ne olacak? Türkiye bir ucuz işçi cenneti haline getirilecek.Taşeron sisteminde patlama yaşanacak. İş kazalarında artışlar yaşanacak. Sendikalar daha da etkisizleştirilmeye çalışılacak. “Kiralık işçilik” düzenlemesiyle işçi simsarlığı getirilecek. “Modern amele pazarları” kurulacak bu ülkede.Anayasamızda ifadesini bulan “sosyal devlet” ilkesi, sadece kağıt üzerinde kalacak. Yani onların istediği düzende emek yok, emekçi yok…Dahası… İnsan yok arkadaşlar… İnsan yok…
İşte kıdem tazminatı tartışmaları yine gündeme getirildi. İşçilerin yüzde 90’ının bu haktan yararlanamadığı söyleniyor. Böylece kamuyonun desteği sağlanmaya çalışılıyor.İşçilerimiz aldatılıyor. Oysa gerçek amaç, kıdem tazminatı hakkımızı budamaktır…30 günlük brüt ücreti yarısına düşürmektir. Sonra da emekçileri, bireysel emeklilik şirketlerinin kucağına atmaktır. Buradan yetkililere sesleniyorum. Bütün emekçilerin kıdem tazminatı hakkından yararlanmasını gerçekten istiyorsanız, örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırın…Sendikanın olduğu yerde, tüm çalışanlar her hakkını kuruşuna kadar alır.Tüm çalışanlar kıdem tazminatından yararlansın diyorsanız, gerçekten samimiyseniz…Bir yıl şartını kaldırın, işçilerimizin çalıştığı süre kadar tazminat almasını sağlayın…Eğer gerçekten, çalışanların hakkını almasını istiyorsanız, işçi alacaklarını, yeniden birinci derece alacak haline getirin…Yetmiyorsa…Neredeyse yüzde 50’lere varan kayıtdışılığı önleyin. Başta tekstil sektörü olmak üzere, merdiven altı işyerlerini disiplin altına alın…Bütün çalışanları kayıt altına alın…Herkes sosyal güvenlik şemsiyesi altında olsun. Hem devletimiz kazansın, hem emekçiler kazansın, Böylece, Anayasamızda yazan o sosyal devlet hayata geçsin.
Değerli arkadaşlarım,
Anayasanın “vergi ödevi” başlıklı 73. maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür” ifadesi yer almaktadır. Ancak başta işçiler olmak üzere, ücretli çalışanlar üzerinde ağır bir vergi yükü bulunuyor.Türkiye’de gelir ve kazanç üzerinden alınan verginin yaklaşık üçte ikisi ücretliler tarafından ödeniyor.Toplam vergi gelirleri içinde, dolaylı vergilerin oranı, yüzde 70’e ulaştı. Kurumlar vergisi oranı yüzde 20 indirilirken, çalışanların üçüncü dilimdeki gelir vergisi tarifesine uygulanan vergi oranı yüzde 20’den 27’ye yükseltildi. Adaletsizliğin boyutu daha da arttı. Bir asgari ücretli bile 2014 yılı itibariyle Aralık ayında yüzde 20 oranında vergilendirildi. Asgari ücretli, bu ülkede yine zengin vergisi ödedi. Vergi adaleti sağlanmadıkça, toplumsal eşitliği sağlamak mümkün değildir. Ücretliler üzerindeki vergi yükü mutlaka hafifletilmelidir.
Değerli arkadaşlarım,
Üzerinde durmamız gereken bir başka konu da, ülkemizde yaşanan işsizlik ve yoksulluktur. Artık en iyi üniversitelerden mezun olmuş gençlerimiz bile işsizlik sorunu ile karşı karşıya. 2014 verilerine göre, iş talep edenlerin sayısı, yüzde 345 artmış durumda. İşsizlikte dünyada 10’uncu sıradayız.
İşsizliğe paralel olarak, İşsizlik Fonu’ndan ödenek almak için başvuranların oranı, yüzde 100 artmış. Yoksulluk gitgide artıyor. Bazı araştırmalara göre, 20 milyona yakın vatandaşımız, devletin bakımına ve yardımına muhtaç. Geleceğimizin teminatı olan, ilköğretim çağındaki çocuklarımızın yüzde 20’sinin yoksul olduğu söyleniyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlik büyük boyutlara ulaştı. Dünyada gelir dağılımı bozuk ilk üç ülke içindeyiz. Bir yanda lüks tüketim inanılmaz boyutlara varırken, diğer yanda, insanlar boğaz tokluğuna çalışmak ve yaşamlarını sürdürmek zorunda kalıyorlar. Bunlar, dünyanın 20 büyük ekonomisi içinde olduğu söylenen Türkiye’ye yakışmıyor.
Değerli arkadaşlarım,
Ülkemizde en ufak bir örgütlenme girişimi bile işverenler tarafından bir tehdit olarak algılanıyor. Bir sendikaya üye olmak isteyen emekçiler işten atılıyor ya da çeşitli baskılarla karşılaşıyor. Hem yasal mevzuat hem de uygulamada önemli zorluklar yaşanıyor.Bunun en çarpıcı örneklerini, Teksif Sendikası olarak biz yaşıyoruz. Birçok işyerinde, türlü fedakarlıklarla örgütlenmemizi tamamlıyoruz. Çalışma Bakanlığından yetkimizi alıyoruz. Ancak, işverenlerin uzlaşmaz tutumu nedeniyle bu süreci toplu iş sözleşmesi ile taçlandıramıyoruz. İşverenler, yasaların onlara sağladığı olanaklardan yararlanıyorlar. Hemen yetkimize itiraz ediyorlar. Yetki davalarında mahkemeler yıllarca sürüyor. Süreç tamamlandığında, geride ne yazık ki, örgütlediğimiz işçi kalmıyor. İşverenin yasal hakkı olan itiraz hakkı, İşçilerimizin örgütlenme sürecinde bir zulme dönüşüyor. Bu koşullarda örgütlenebilmek adeta bir mucize oluyor.
Biz Teksif Sendikası olarak açıkça talep ediyoruz. Yetkiye yapılan itirazlar, toplu sözleşme sürecini durdurmamalıdır. Emekçilerin toplu pazarlık haklarını ortadan kaldıran bu düzenleme derhal değiştirilmelidir. Bunlar yapılmadığı sürece, bu ülkede özgür sendikalaşma ve toplu pazarlık haklarından söz edilemez.
Değerli kardeşlerim,
Sorunlarımız çok…İşçi hak ve özgürlüklerine yönelik saldırılar hiç bitmiyor.Her geçen gün, yeni bir saldırıyla karşı karşıyayız.Başta da söylediğim gibi, sendikalar varlık yokluk mücadelesi veriyorlar.Ancak bütün bunlar bizi umutsuzluğa sevk etmemeli…Biz kararlıyız…Bu saldırılar karşısında geri durmayacağız. Biz bunlara direneceğiz…Bugüne kadar yolları, caddeleri, meydanları doldurduk.Yine dolduracağız.Haklarımızın elimizden alınmasına izin vermeyeceğiz…Bu ülkede işverenler, işveren örgütleri varsa…TOBB, TÜSİAD, TİSK varsa…Emek örgütleri de var… TÜRK-İŞ de var…Yöneticisi olmaktan onur duyduğum TÜRK-İŞ’imizin önderliğinde, bu mücadelemizi bugüne kadar sürdürdük…Bundan sonra da sürdüreceğiz.Bu sömürüye izin vermeyeceğiz…
Değerli arkadaşlarım,
Ülkemizde ortalama her beş yılda bir ekonomik kriz yaşanıyor.Bu krizlerin faturası, hep emekçilere, dar gelirli halkımıza ödettiriliyor. Yaşanan ekonomik krizlerden en çok etkilenen sektörlerin başında da, tekstil sektörü geliyor.Teğet geçeceği anlayışıyla etkin önlemler alınmadığı için,2008 krizinde, 200 bin tekstil işçisi işini kaybetti…Ama biz buna rağmen, işimize, aşımıza, işyerlerimize sahip çıktık.İşyerimizin bacası tütsün diye çaba gösterdik.Fedakarlığı hep biz yaptık, faturayı yine biz ödedik.İşverenler karlarından hiç vazgeçmediler…Kendi öz sermayelerine dokunmadılar, işçileri işten attılar.Fabrikalarını buradan söküp başka ülkelere taşıdılar.Ancak sonuçta gördüler ki, Türk işçisinden daha verimlisi, daha çalışkanı, daha fedakarı yok.Türk işçisi, bütün olumsuzluklara rağmen, tekstil sektörünün 30 milyar dolar ihracat yapmasını sağlayan işçidir.Türk işçisi, herkesin bitti dediği tekstil sektörünü ayağa kaldıran işçidir.Tekstil sektörü, her şeye rağmen, ihracatta açık ara birinci konumdadır.
Değerli arkadaşlarım,
Genel olarak ekonomide, özel olarak da tekstil sektöründe yaşanan bütün krizlere rağmen,Tekstil sektörü hala ülkemizin en verimli sektörlerinden biriyse, sektör hala dimdik ayaktaysa…Bunda en büyük paylardan biri, siz fedakar tekstil işçisi arkadaşlarımındır.Geçtiğimiz dönem boyunca, temsil ettiğimiz tekstil işçileri adına çok önemli kazanımlar elde ettik. Krizlerde kaybettiklerimizi geri almak, yeni haklar elde etmek için mücadele verdik.Çalışma yaşamındaki bütün olumsuzluklara ve krizlere rağmen, Teksif Sendikası olarak başarılı bir dönemi geride bıraktık.2013 yılında, Tekstil İşverenleri Sendikası ile, üyelerimiz adına yürüttüğümüz toplu iş sözleşmesi görüşmelerimiz anlaşmazlıkla sonuçlandı.Bütün çabalarımıza rağmen, istediğimizi alamayınca, 12 bin üyemizle greve çıkmak zorunda kaldık. Çünkü işverenler bizi anlamak istemediler. Zor günlerde yaptığımız fedakarlığı unuttular. 9 gün süren başarılı bir grev yaşadık.Sonunda, sayenizde istediğimiz elde ettik.Dört ikramiyeyi, yüzde yüz mesaiyi, kıdem zammını ve diğer haklarımızı alarak sözleşmemizi imzaladık.
Değerli arkadaşlarım,
Sizlere teşekkür ediyorum. Çabanızdan, fedakarlığınızdan, mücadelenizden dolayı sizlere teşekkür ediyorum.12 bin arkadaşımızla, 9 gün süren grevimizdeki dik duruşunuzdan dolayı şube başkanlarımıza, baş temsilci ve temsilcilerimize, üyelerimize, hepinize teşekkür ediyorum.Sizlerle başardık, sizlerle başarmaya devam edeceğiz.Yeter ki, birliğimiz, bütünlüğümüz bozulmasın…Yeter ki, tekstil işçisi tek bilek, tek yürek mücadelesine devam etsin…
Değerli arkadaşlarım,
Sendikamız, tekstil sektöründe büyük bir örgütlenmeye mücadelesini sürdürüyor.Ancak bu bize yetmiyor.Biliyoruz ki, sektörümüzde, emekçiler çok zor koşullarda, düşük ücretle çalıştırılıyor.Bundan sonraki mücadelemiz buralarda olacak.Örgütlenme mücadelemiz sektörün her alanında devam edecek. İşkolumuzda 1 milyon 41 bin işçi var. Ancak örgütlülük düzeyi, ne yazık ki, yüzde 10’larda. Bunu artırmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Tüm tekstil işçileri, sendikal hak ve özgürlüklerine kavuşana kadar mücadelemiz devam edecek.
Değerli arkadaşlarım,
İşçi sınıfı mücadelesi, yalnızca Teksif’in mücadelesi değildir. İşçi sınıfı mücadelesi bir bütündür. Yalnızca bizim başarılı olmamız, örgütlenmemiz, güçlenmemiz yetmez. Bir bütün olarak büyümek, güçlenmek zorundayız. İşçi sınıfının sorunları karşısında, bir bütün olarak mücadele etmek durumundayız. Biz Teksif Sendikası olarak bu bilinçteyiz. Teksif, geçtiğimiz dönemde, ülkemizde nerede emek mücadelesi varsa orada oldu. Tekel işçilerinin yanında oldunuz. Madencilerle kol kolaydını. BMC işçileriyle birlikte yürüdünüz. Karayollarındaki taşeron işçilere destek verdiniz. Yatağan işçilerinin mücadelesine katkı sundunuz. Hiçbir mücadeleden geri kalmanız.Teksif üyeleri, işçi sınıfının neferleri olarak hep ön saflardaydınız
Unutmayın değerli arkadaşlarım,
Bizim gibi ülkelerde, işçi sınıfının mücadelesi hiç bitmez. Hep devam eder. 1980’lerin başında uygulamaya konulan neoliberal politikalarla, bugüne kadar ayrımsız işbaşına gelen bütün hükümetler, İşçi sınıfı aleyhine düzenlemeler yaptılar. Her gelen bir hakkımızı elimizden aldı. Hepsi işverenlere, uluslararası küresel güçlere hizmet etti. Sermaye hükümetleri oldu. Biz ise, hep savunmada kaldık. Mevcudu korumak adına mücadele verdik. Ancak artık farklı bir dönemdeyiz. Sermayenin, son kalelerimize saldırdığı bu dönemi, başarıyla atlatamazsak, ülkemizde sendikal hareket yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.
Değerli arkadaşlarım,
Biz emeği ile geçinenler, bu ülke nüfusunun üçte ikisiyiz. Biz çoğunluğuz. Üretimden gelen gücümüzle…Tüketimden gelen gücümüzle…Büyük bir gücüz. Hepsinden de önemlisi, Biz, büyük bir oy çoğunluğuna sahibiz. Şurada genel seçimlere 112 gün kaldı. Gücümüzü göstermeliyiz… Desteğimizi, emekten yana olan siyasilere vermeliyiz… Oylarımızı bilinçli bir şekilde kullanmalıyız. Bu ülkede, anayasa tartışmalarından, yasalara kadar, Parlamenter demokrasinin sınırları içinde, Her alanda bizim de sözümüz olmalıdır. Biz çoğunluksak…Güçlüysek… Birlikteysek…Siyasiler bizi dinlemek, sesimize kulak vermek zorundadır. Bugün artık, yeni bir dirilişin, yeniden şahlanışın arifesindeyiz.Bugün, işçi sınıfının makus talihini yenmek için yeniden yola çıktığımız gündür. Bugün; Kayıt dışılığa…Taşeron, 4/b, 4/c adı altında köle gibi çalıştırılmaya…Düşük ücret politikalarına…Asgari ücretin sefalet ücreti olmasına…Özel istihdam büroları aracılığıyla işçi simsarlığına…Kıdem tazminatının kaldırılmak istenmesine…Esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışmanın her türlüsüne…İş cinayetlerinde can vermeye…İşsizlik fonunun amacı dışında kullanılmasına…Sendikasızlaştırmaya…Sendikal nedenlerle işten atılmalara…Ve tüm haksızlıklara karşı…Yeniden bir şahlanışın, direnişin ve mücadelenin günüdür.Bu mücadelede sizlere başarılar diliyorum.
Genel Kurulumuzun ülkemize, işçi hareketine, TÜRK-İŞ’e, Teksif’e ve tüm tesktil emekçilerine hayırlar getirmesini diliyorum.Bugün bildiğiniz gibi, dünya sevgililer günü…Hepinize, sevdiklerinizle, ailelerinizle birlikte mutlu, sağlıklı, huzur dolu günler diliyorum.Sizleri bir kez daha saygılarımla sevgilerimle selamlıyorum.
Sağ olun… Var olun…
TÜRK-İŞ Genel Sekreteri Pevrul Kavlak Teksif Sendikası Genel Kurulunda Divan Başkanı olarak yaptığı konuşmada sendikalar arasında birlik ve beraberliğin önemine vurgu yaptı. “Bizler aynı sınıfın neferleriyiz.Aynı gemideyiz.Ya birlikte mücadele edeceğiz, bu işin üstesinden geleceğiz. Ya da birlikte kaderimize razı olacak, elimizdeki haklarımızı da kaybedeceğiz” diyen Kavlak; “Ülkemizde nerede bir hak mücadelesi varsa, kim ekmeği için, çoluk çocuğunun geleceği için mücadele ediyorsa onlarla omuz omuza olacağız” dedi. Son dönemde gündeme sıkça getirilen kıdem tazminatı ile ilgili de konuşan Kavlak; kıdem tazminatı TÜRK-İŞ’in kırmızı çizgisidir deyip durduklarını söyledi ve konuşmasına şu şekilde devam etti: Orada dururken neye güveniyoruz? Size güveniyoruz değerli arkadaşlarım, size güveniyoruz. TÜRK-İŞ’in arkasında dağ gibi duran sizlere güveniyoruz. Bu düzenleme mevcut işçileri ilgilendirmiyor. Bundan sonra işe gireceklere uygulanacak. Kazanılmış haklara dokunulmayacak…Bundan sonra işe girecekler uzaydan mı gelecek? Kim onlar, kim? Onlar senin, benim çocuğum değil mi? Biz, çocuklarımızın geleceklerine nasıl ipotek koyarız? dedi. Kavlak; Teksif Sendikası üyelerini de başarıyla geçen grev süreçleri ve son dönemde Teksif’in gösterdiği örgütlenme başarısı dolayısıyla tebrik etti. Kavlak; “Sümerbank gibi bir kuruluşun yok edilmesine, özelleştirme belasının Teksif’te yarattığı tüm olumsuz etkilere rağmen, Teksif Sendikası hala dimdik ayaktaysa, sendikal mücadelede yerini alabiliyorsa, buradaki herkes kadar, bobin tezgahı başında iplik eğiren, çırçırlamada, terbiyede çalışan arkadaşımın, konfeksiyonda kot taşlayan kardeşimin de emeği büyüktür” diyerek tüm Teksif üyelerine sevgilerini, saygılarını iletti. Yapılan seçimlerin ardından Genel Kurul Merkez Yönetim Kurulu şu şekilde oluştu: Nazmi IRGAT – Genel Başkan M.Metin KIR – Genel Başkan Yardımcısı Mustafa KARABULUT – Genel Başkan Yardımcısı Orhan KİBAR – Genel Sekreter Adil ATİLA – Genel Mali Sekreter