TÜRK-İŞ GENEL SEKRETERİ PEVRUL KAVLAK’IN İŞKUR 7. GENEL KURULU’NDA YAPTIĞI KONUŞMA METNİ
Sayın Başkan,
Sayın Katılımcılar,
Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum. Türkiye’nin istihdam kurumu olarak kabul ettiğimiz İŞKUR’un 7. Genel Kurulu nedeniyle tekrar bir araya geldik…
Genel Kurulları, bir yapılanma ve gözden geçirme dönemi olarak görmek gerekir. Ve bu tür toplantılar, geleceğe yönelik önemli kararların alınacağı fırsatlar olarak değerlendirilmelidir. İşte bu nedenle, çalışma hayatı açısından bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sayın Konuklar,
Çalışma hayatı, son derece dinamik bir alandır ve toplumun tüm katmanlarını, doğrudan etkilemektedir. Bir başka deyişle, ülkede uygulanmakta olan iktisadi ve sosyal politikaların tüm yansımasını burada görmek mümkündür. İşte bu nedenle, işgücü piyasasında meydana gelen değişmeler de bu kapsamda ele alınmalıdır.
Son 15 yılda, küresel ekonomideki gelişmeler, bütün ülkeleri olduğu gibi bizi de etkilemektedir. Mal ve hizmet piyasalarındaki küreselleşme, işgücü piyasasına da yansımaktadır. Yani, burada da bir küresel rekabet söz konusudur. Bu rekabet, işgücü üzerindeki işsizlik tehdidini artırmıştır. Rekabet şartları, çalışma koşullarına ilişkin kuralların değiştirilmesi için, çalışanlar aleyhine bir baskıya yol açmaktadır.
Son dönemde gündeme getirilmek istenen düzenlemelerin gerisinde de işte bu anlayış yatmaktadır. Ancak bu anlayışın tutsağı olmak ve dayatılan bu ekonomik yapının sürdürülmesi bir zorunluluk değildir.
Hepinizin malumu olduğu üzere, yaşanan küresel ekonomik kriz, bir sorgulamayı da beraberinde getirmiştir. G20 kapsamında bir araya gelen ülkeler, sorunlara ortak çözüm arayışlarını yoğunlaştırırken, benzeri şekilde işçi ve işveren örgütleri de kendi aralarında bir araya gelerek, görüş alışverişini sürdürmektedir.
Konfederasyonumuzun da çalışmalarına katıldığı küresel sendikalar, bu konulardaki taleplerini ortaya koymuştur. Küresel sendikalar olarak yapılan çalışmalarda, ekonomik ve sosyal kurumlar arasındaki dengesizliğe işaret edilmiştir.
Hükümetlere, sosyal tarafların ve ILO gibi ilgili uluslararası kuruluşların katkısı ile “yeni bir ekonomik dünya düzeni oluşturması” çağrısı yapılmıştır. Yani, burada hükümetlere yapılan, adil ve insani bir işbirliği çağrısıdır.
Değerli katılımcılar,
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) tanımladığı “herkes için insan onuruna yakışır iş” sağlanması, kuşkusuz bütün ekonomik ve sosyal faaliyetlerin temeli olmak zorundadır.
Günümüz koşulları düşünüldüğünde, ILO’nun bu çağrısına, biz de şu talebi eklemeliyiz:
Küresel ve ulusal rekabetteki yeni yapılanmalar, sosyal politika ve koruyucu iş yasaları değiştirilmeden sağlanmalıdır. Emek kesiminin kazanımları, tartışma konusu edilmemelidir.
Artık, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, ekonomik büyüme ile sağlanan refahın geniş kesimlerce paylaşılması, üstelik hakça paylaşılması bir zorunluluktur. Ve bu da ancak, istihdam artışıyla mümkün olabilir. Yani sosyal barış için, insanların istikrarlı bir şekilde istihdam edilmeleri, düzenli bir gelire sahip olabilmeleri ve yaşam standartlarının iyileştirilmesi gerekmektedir.
Ne mutlu bize ki, ülkemiz, yaşanan küresel krize rağmen istihdam artışını sağlamıştır. Son beş yılda sağlanan istihdam artışı 4 milyonun üzerindedir. Hiç şüphesiz, bu sevindirici bir gelişmedir. Ancak, ne yazık ki işgücü piyasasındaki yapısal sorunlarımız devam etmektedir.
Bunların başında da;
İşgücünün niteliğine dair sorunlar, istihdama ve işgücüne katılma oranlarının düşüklüğü, Genel olarak işsizlik ve özellikle yükselen genç işsizliği, Tarımın hala ciddi bir istihdam alanı olması ve belki de en önemlisi, Kayıt dışı istihdam gelmektedir.
Türkiye’nin istihdam sorunu, hem arz hem talep yönlüdür. Tek yönlü bir yaklaşım sorunun çözümüne herhangi bir katkı sağlamayacaktır. Bu yüzden de ekonomik büyümeye rağmen, yeni yatırım ve istihdam alanları sağlanmasında sıkıntılar devam etmektedir. Ancak bir yandan da, işgücünün niteliksel yapısı ihtiyaçlara cevap vermemektedir. Başka bir ifadeyle, işgücü piyasasına, eğitimli işçinin katılımı giderek zorlaşmaktadır.
Örneğin, Türkiye’de kadınların istihdam oranı erkeklere kıyasla oldukça düşüktür.
Gelişmekte olan birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de kadınların işgücüne katılımı kültürel değerlerin etkisi altındadır. Ülkemizde, kadınların işgücüne katılımının kriz dönemlerinde artması, bu sosyolojik gerçeği desteklemektedir. Toplumsal baskıya ve geleneğe dayalı işbölümü, kadınlara ev hizmetlerini ve çocuk bakımını yüklemektedir. Bu durum da “ücretsiz ev emeği” diye adlandırılan ve sosyal güvencesi olmayan bir çalışma biçimini dayatmaktadır. Bu sözde istihdam yapısı, öncelikle ele alınması ve çözülmesi gereken bir sorundur.
Ancak, bu ve benzeri bahaneler ileri sürerek, çalışma ve aile yaşamını uyumlu hale getirme gerekçesi ile esneklik uygulamalarını yaygınlaştırmak kabul edilemez. Son yıllarda oldukça tartışılan esnek istihdam modelleri içinde, güvenceli esneklik kavramı ise, esnekliği cazip hale getirme arayışından başka bir şey değildir.
Esneklik ile güvenceyi bir araya getirdiği ileri sürülen “güvenceli esneklik”, işveren açısından gerekli bir uygulama olabilir ama, işçi açısından da işini kaybetme korkusudur.
Yani ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek çabasıdır.
Çalışma hayatındaki esneklik arayışlarının, esas itibariyle sermayenin ihtiyaçlarından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Burada temel amaç, üretim maliyetlerini düşürmektedir. Gündemdeki “ödünç iş ilişkisi”, “çağrı üzerine çalışma”, “tele çalışma” gibi ucube istihdam biçimleri de hep bu amaca yöneliktir. Standart iş ilişkisinden pek çok yönüyle ayrılan yeni çalışma biçimlerinin türleri artmakta, uygulama alanı genişletilmek istenmektedir.
Sonuç olarak, çalışanların iş ve satın alma güçlerini koruma kaygıları gittikçe derinleşmektedir. Bu da bize göstermektedir ki, işçinin korunması ihtiyacı, her zamankinden daha fazladır.
Bütün bunların yanı sıra, “geçici işçi” statüsünde istihdam da eskiye göre daha sık rastlanan bir çalışma biçimi haline gelmiştir. Özellikle alt işveren (taşeron) işçiliği yaygın olarak kullanılan bir istihdam biçimi olmuştur.
Bugün çok az sayıda işçi, örgütlü ve toplu sözleşmeli istihdam edilme imkanı bulmaktadır. Buna karşılık, esnek çalışma biçimleri ile istihdam edilenlerin ve ağırlıklı olarak taşeronların çalışma koşulları giderek kötüleşme eğilimi göstermektedir.
Sayın Katılımcılar,
İşçilik maliyetlerini düşürme çabalarının getirdiği esneklik arayışları, çalışanlar açısından “örgütlenme hakkı”, “toplu pazarlık hakkı” ve “iş güvencesi” gibi bazı sosyal hakların kullanılmasını ortadan kaldırmaktadır.
Bugün Türkiye’nin işgücü piyasası parçalı ve dağınık bir yapı sergilemektedir.
Ve maalesef, esnek çalışmanın tüm biçimleri, özellikle kayıt dışılık, özel kesim işyerlerinde alabildiğince yaygın olarak kullanılmaktadır.
Küresel rekabet koşullarına uyum sağlamak amacıyla gündeme getirilen esnek çalışma biçimleri ile işçilik maliyetleri düşürülürken, çalışma süreleri uzamakta, sendikasızlaştırma ve kayıt dışı istihdam artmakta, çalışma koşulları kötüleşmektedir.
Değerli Konuklar,
Çalışma yaşamında, işçinin aleyhinde olan bu uygulamaları sıralamışken, başlı başına bir sorun olan, İşsizlik Sigortası uygulamalarına değinmek istiyorum.
İşsizlik Sigortası Fonu’nun sahibi işçidir. İşsizlik Sigortası Fonu’nda birikmiş olan para işsizin güvencesidir. Fondaki nema gelirlerinin, amacı dışında kullanılması kabul edilemez niteliktedir ve güveni sarsmaktadır.
Bugün, İşsizlik Sigortası Fonu’nun toplam varlığı 68 milyar liraya ulaşmıştır. İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken tutarın amacı dışında kullanılması, genel bütçeye para aktarılması, işçilerin haklarına saldırı niteliği taşımaktadır.
‘Çalışma Hakkı’ temel insan hakkı kapsamındadır. İşsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri almak da devletin görevidir. İşsizlik sorununun çözümü salt piyasa ekonomisinin işleyişine bırakılamaz. İstihdamı artırıcı ve işsizliği önleyici politikalar Hükümetlerin öncelikli hedefi olmak durumundadır.
İŞKUR bu anlayışın oluşturulmasında ve uygulanmasında önemli rolü, görevi ve sorumluluğu olması gereken bir kurumdur.
İstihdam ve işsizlik başta olmak üzere, işgücü piyasasında karşılaşılan sorunların çözüme kavuşturulmasında kamu istihdam hizmetlerinin önemi artmıştır. İŞKUR’un gerek ulusal, gerek yerel düzeyde daha etkin duruma getirilmesi ve kendisine verilen yeni görevleri yerine getirmesi gerekmektedir.
Sosyal tarafların yönetiminde görev aldığı İŞKUR, sosyal diyalog mekanizmasının en etkin olduğu kamu kurumlarından birisidir. Yönetimi ve çalışanlarıyla bu sorumluluğu layıkıyla yerine getireceği inancındayız.
Sayın Katılımcılar,
Ekonomik olarak yeterli, çevresel olarak sürdürülebilir ve sosyal açıdan adil olan yeni bir ekonomik düzenin kurulmasına ihtiyaç vardır. İnsanı temel alan bir politika, temsil ettiğimiz işçilerin ve çalışanların en doğal hakkı ve beklentisidir.
Sürdürülebilir bir büyüme planı uygulanmalıdır. Ve bu plan, genişletilmiş bir sosyal koruma anlayışı ile en fazla ihtiyacı olan kesimleri koruma altına almalıdır.
Günümüzde, ekonomik politikaların sosyal politikalarla eş zamanlı olarak uygulanması gerçeği, yaşanan küresel ekonomik kriz ile bir kez daha açığa çıkmıştır.
Sendikal hak ve özgürlüklerin kullanıldığı, sosyal güvenlik hakkının var olduğu, çalışma koşullarının olumlu olduğu, işçi-işveren arasında sosyal diyalogun kurulduğu ve sağlıklı işletildiği bir çalışma ortamı bütün sosyal tarafların hedefi olmalıdır.
Sayın Katılımcılar,
İstihdam konusunda eşgüdümle çalışan bir bakış açısına ihtiyaç bulunmaktadır. Daha fazla ve daha iyi iş olanaklarının yaratılması için sosyal koruma bilincinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Bu kapsamda, başta özürlüler olmak üzere tüm dezavantajlı gruplara eğitim ve istihdam konusunda fırsat eşitliği sağlanması gerekmektedir. Bu yaklaşım birayrıcalık değil, sosyal devletin gereği olarak onlara sağlanan bir haktır.
İŞKUR’un bu yöndeki çalışmalarını destekliyoruz.
Sendikal hak ve özgürlüklerin kullanıldığı, sosyal güvenlik hakkının var olduğu, çalışma koşullarının sağlıklı olduğu, işçi-işveren arasında sosyal diyalogun kurulduğu ve sağlıklı işletildiği bir istihdam politikası esas olmalıdır.
Türkiye’nin “İstihdam Stratejisi” ancak böylesi bir anlayışın egemen olmasıyla uygulanabilir olacaktır.
Bu görüş ve düşüncelerle, genel kurulda alınacak kararların ülkemize, işveren ve işçilere yararlı olmasını diler, beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.