Vedat Bilgin’in 19.02.2014 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan yazısı…
Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara'da yaklaşık elli bin işçi bir araya geldi ve "kölelik düzenine hayır" konulu mitingi gerçekleştirdi. Peki, işçiler ne istiyordu? Kölelik düzeni nedir? Çalışma hayatında giderek artan bir şekilde, başta kamu olmak üzere, özel sektörün de uyguladığı "taşeron işçiliği" işçiler arasında kölelik düzeni olarak nitelendiriliyor.
21.yy.’ın başında, dünyada birçok şeyin değiştiğini ve bu değişime Türkiye'nin muhtelif alanlarda cevap verdiğini, hatta gelişmekte olan ekonomiler olarak kategorize edilen ülkeler arasında Türkiye'nin birçok bakımdan değişime öncülük ettiğini övünerek söylüyoruz. 2008'de başlayan, 29 krizinden sonra ikinci büyük kriz olarak nitelendirilen, başta Avrupa olmak üzere birçok ülkede etkilerinden hala kurtulmakta zorlanılan bir süreçten Türkiye'nin başarıyla çıktığı da biliniyor.
Gerçekten Türk ekonomisi sahip olduğu çok yönlü dinamizm sayesinde, her gün kriz çıksın diye ellerini ovuşturan içerideki ve dışarıdaki paralel olan veya olmayan yapılara rağmen, krizden büyüyerek çıkan birkaç ekonomiden biridir.
Kölelik değil özgürlük çağı
Geçtiğimiz yılı da büyüyerek geride bırakan Türkiye'nin bu gelişmesi sanayi sektörüne dayanmaktadır. Aralık ayında açıklanan son sanayi verilerine göre, takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 7.1 oranında artmıştır.
Ekonomide büyümenin dayandığı birkaç önemli kaynak vardır: Bunlardan biri, küçük ve orta ölçekli kuruluşların verimlilik ve rekabet gücü; diğeri ise, müteşebbislerin gerek küresel, gerek ülkesel ölçekte piyasa şartlarını iyi değerlendirmesi ve elbette ki emeğin verimliliğidir. Türk ekonomisini büyümeye taşıyan "üretici emek ve verimlilik artışı" nedense hep göz ardı edilir.
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk- İş) cumartesi günü yaptığı mitingde, bu ülkenin kalkınmasına katkı yapan, emeğini katan işçiler için çok şey istemiyordu. Bilhassa kamuda sayıları bir milyona yaklaşan ve gerçekten de çalışma şartları giderek "çağ dışı bir düzene" dönüşen taşeron işçiliğine son verilmesini istiyordu. Türk İş, Türkiye'deki sendikal hareket içinde hep sağduyudan yana olmuş, çalışma barışını savunmuş bir anlamda, demokrasinin kurumsallaşması için çalışma ilişkilerinin de demokratize edilmesini savunmuş bir konfederasyondur.
Genel Başkan Ergün Atalay "taşeron konusu artık ülkemizde bir yara haline geldi. Bu konu ülkemizin bir ayıbıdır" derken Çalışma Bakanlığı'nın konuyla ilgili yürüttüğü çalışmaların bu soruna köklü bir çözüm getirecek nitelikte olmasını talep etmekteydi.
Demokrasi ve emek
Aslında Genel Başkan Ergün Atalay'ın talepleri Türkiye'nin bir başka gerçeğine göz yummamak gerektiğini hatırlatmaktadır. Türkiye büyürken, kalkınırken bunu gerçekleştiren unsurlar arasında çatışmaların değil, işbirliğinin ve dayanışmanın zeminini güçlendirmek gerekmektedir. Günümüzde çalışma barışına dayalı işçi ve işveren ilişkilerini, doğrudan doğruya bir büyüme faktörü haline geldiğini gösteren başta Japonya olmak üzere birçok ülke örneği bulunmaktadır.
Bu sene 15.’si Ankara'da gerçekleştirilen Türk üniversitelerinin "Çalışma Ekonomileri Bölümleri Kongresi" çalışma hayatının birçok sorununun ele alınıp tartışıldığı bir bilimsel zemini oluşturdu. Burada yapılan tartışmalarda, çalışma ilişkilerinde sanayi çağının "çatışmacı modellerinin" devrini tamamlayıp "uzlaşma modeline" geçildiğine dair örnekler üzerinde duruldu. Emek-sermaye arasındaki ilişkiler, küresel süreçte ülkelerin üretim ve rekabet güçlerini arttıran, ortak kaderi paylaşan birliktelikler haline gelmektedir.
Bu bakımdan ülkemizde hâlâ emeği, sömürülmesi gereken bir faktör olarak gören işveren tipi artık modası geçmiş geri bir anlayışı temsil etmektedir. Bilhassa bu zihniyetin, kamuda kendisine yer bulması, kamu işçiliğini emeğin verimsizleştirilmesi ve değersizleştirilmesi olarak gören bir taşeron uygulamasına mahkûm etmesi, bir boyutuyla kalkınma mücadelesi veren Türkiye için uygun bir yaklaşım olmadığı gibi diğer yönüyle de demokratikleşme mücadelesinin karşısındaki bir anlayışı yansıtmaktadır.
Türkiye, bütün sektörlerde olduğu gibi, çalışma alanında da büyümeyi ve demokratikleşmeyi birlikte götürmek mecburiyetindedir. Alın terini bunun dışında bırakmaya kimsenin hakkı yoktur.