TÜRK-İŞ Genel Sekreteri Pevrul Kavlak, bu yıl, “Küresel Ekonomik Yeniden Yapılanma Sürecinde Türkiye Ekonomisi” başlığıyla düzenlenen 5. İzmir İktisat Kongresi’nin 31 Ekim 2013 günü yapılan ikinci gününe katılarak bir konuşma yaptı.
“İşgücü Piyasasının Etkinliğinin ve İstihdamın Artırılmasına Yönelik Stratejiler” konulu panelde konuşan Kavlak, şunları söyledi:
“Elbette ki, ülkemizin temel sorunlarından birisi işsizlere iş olanakları sağlanamamasıdır. Türkiye’de halen 15 yaşın üstündeki toplam nüfusun ancak yarısından daha azını oluşturan yaklaşık 26 milyon kişi istihdam edilebilmektedir. İstihdam edilenlerin sektörel ve cinsiyet dağılımında, eğitim ve beceri düzeylerinde de yapısal sorunlar bulunmaktadır. Toplumun ve ülkenin geleceği olan ve yaklaşık 20 milyon olarak tahmin edilen 15 yaşın altındaki nüfusa gerekli mesleki nitelik ve beceri kazandırılarak, yeni iş alanlarında üretken istihdamları sağlanmalıdır.
Türkiye ekonomisi -dünyada yaşanan kriz dönemi hariç- sürekli büyümesine rağmen istihdam artışı büyümeye paralel bir gelişme göstermemiştir. Ekonomik büyümeye rağmen istihdamda artışın yetersiz kalmasının bir nedeni Türkiye’deki üretim yapısının değişmesidir. Türkiye’de halen işsizlik oranı yüzde 9,3 olarak belirlenmiştir.
Ancak işsiz sayısı hesaplanırken iş bulma ümidi kalmayan, bu nedenle iş aramayan, ancak iş bulursa çalışmaya hazır olan milyonlarca kişi dikkate alınmamaktadır. Resmi hesaplama yöntemine bu kesimler de eklendiğinde işsiz sayısı daha da yükselmektedir. Bütün bunların yanı sıra, istihdam edilenlerin yarıya yakını da sosyal güvenceden uzak, düşük ücretli olarak kayıtdışı çalışmak durumunda kalmaktadır.
Bu işsizlik düzeyi ile milyonlarca işsiz, halen çalışmakta olanların karşısına çıkarılmakta ve çalışanlara “kölelik şartlarında istihdam” bir çözüm yolu olarak dayatılmaktadır. Bizim görüşümüze göre, yaşam mücadelesi veren, geçimini sürdürebilmenin arayışı içinde olan işsizlerin umudu ve çaresizliği istismar edilmemelidir. İşsizliğin seçeneği olarak düşük gelir ve olumsuz çalışma koşulları olmamalıdır. Asıl hedef, insana yakışır iş koşullarının sağlanmasıdır. Unutulmamalıdır ki, “Çalışma Hakkı” uluslararası belgelerde de yer aldığı üzere, temel insan hakkıdır.
Türkiye’de gündeme getirilmek istenen Ulusal İstihdam Stratejisi; esneklik, bölgesel asgari ücret, kıdem tazminatı, özel istihdam bürolarına geçici işçi çalıştırma gibi konularda emeğe yönelik yeni hak kayıpları ve kölelik şartlarında istihdam dayatmaları nedeniyle kabul edilmez niteliktedir.
Genel olarak bakıldığında, 4857 sayılı İş Kanunu esneklik üzerine kurgulanmış, işçilerden çok işyerlerinin korunması ilkesi benimsenmiştir. Alt işveren uygulaması, belirli süreli çalıştırma, kısmi süreli çalıştırma ve çağrı üzerine çalıştırma gibi İş Kanununda yer alan düzenlemeler korumasız bir istihdam biçimini getirmiştir. Bu düzenlemeler, çalışanların güvenceli iş ve sosyal güvenlik haklarına erişmesini zorlaştırmıştır.
Şimdi yapılmak istenen ek değişikliklerle, taşeron işçiliği ülkemizde temel çalışma biçimi haline getirilmek istenmektedir. Alt işveren uygulaması, istisna olmaktan çıkmış, temel bir kurala dönüşmüştür. Açıkçası, emek gücü taşeronlaştırılıyor. Yani bu kadar taşeron işçisi yetmiyor. Getirilmek istenen düzenlemelerle bütün işçiler taşeron işçisi yapılmak isteniyor. Oysa 4857 sayılı İş Kanunu, asıl işin alt işverene verilmesini belirli koşullara bağlamıştır. Kanunun 2. Maddesinin 6. Fıkrası, “Asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” ölçütü olmadan alt işverene iş verilemeyeceğine ilişkindir. Ancak çoğu kez bu madde dışına çıkılarak alt işveren işçileri çalıştırılmaktadır.
Çünkü ne yazık ki ülkemizde, esnek çalışma biçimleri yasal ve anayasal yükümlülüklerden kaçmanın bir aracı olmuştur. Sosyal devlet anlayışında bu tür sömürülere yer yoktur. Alt işveren uygulamalarına bakıldığında, başta muvazaa olmak üzere düşük ücret ile çalıştırma, iş güvencesinden kaçınma, asıl işverenin toplu iş sözleşmesinin uygulanmaması için işverenlerin maliyetlerini azaltan bir istihdam biçimi olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde, yalnızca kamuda 700 bine yakın taşeron işçisi olduğu söyleniyor.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de taşeron çalıştırmanın yaygınlaştırılması için hükümetlere baskı yapan güçlü bir lobiden söz ediliyor. Bu lobi, rekabeti ucuz işçilik üzerinden sürdürmek istiyor. Bu lobinin içinde başı çeken güç ise özel istihdam büroları. Bunlara şimdi de işçi kiralama yetkisi verilmek isteniyor. Taşeronlaştırma yoluyla istihdam riskleri çalışanlara yükleniyor. İşçilerin hakları, ücretleri ve güvenli çalışma koşulları yok ediliyor. Sendikalaşma hakkı, toplu sözleşme hakkı ortadan kaldırılıyor. Taşeron aynı zamanda öldürüyor. İş kazalarında ölenlerin neredeyse tamamının taşeron işçisi olduğu kanıtlanmış durumda. Yani işçimizin canı, kârından başka bir şey düşünmeyen taşeronun elinde.
İstihdamla ilgili bizi rahatsız eden diğer bir konu, özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisi verilmesidir. TÜRK-İŞ, 4857 sayılı İş Kanunu tasarı halindeyken, tasarının tümünün ruhuna egemen olan esneklik anlayışının bir uzantısı olarak ortaya çıkan özellikle iki kavrama karşı çıkmıştır. Bunlar, İş Kanunu ön tasarısının 92. maddesinde yer verilen “Özel istihdam büroları” ile takip eden 93. maddesinde de yer alan “Mesleki faaliyet olarak ödünç iş ilişkisi” düzenlemeleridir. TÜRK-İŞ, her iki düzenlemeye de işçinin ve emeğin sömürüsüne yol açacağı endişesi ile karşı çıkmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu Meclis’te kabul edildiğinde, özel istihdam büroları yeni İş Kanununda yer almıştır ancak mesleki faaliyet olarak ödünç iş ilişkisi kanun metninden çıkarılmıştır.
Ülkemizde halen birçok özel istihdam bürosu yasal olarak faaliyetini sürdürmektedir. Ancak TÜRK-İŞ, işçi ve işçi emeğinin daha da korunamaz hale gelme olasılığını düşünerek özel istihdam bürolarının daha da geliştirilmesine sıcak bakmamaktadır. TÜRK-İŞ, ülkemizde, mevcut durumda, işçi işveren ilişkilerinde, işçiyi değil, işvereni koruma düşüncesinin ağır basmakta olduğunun bilincindedir. Ülkemizde işgücü gerçek manada korunamamaktadır. TÜRK-İŞ’e göre özel istihdam büroları mevzuatının daha serbestleşmesi ile “dönemsel çalışma” yapılması da kolaylaşacaktır. Böylelikle kuralsız çalışma ve kayıt dışılık daha da yaygınlaşacaktır. İşgücü piyasasının yapısı, iç mevzuatımız gerekli olan güvenceleri sağlamamaktadır. Konfederasyonumuz; özel istihdam bürolarının emek sömürüsüne yol açma olasılığını göz önünde bulundurmaktadır. “İş bulma/işe yerleştirme” işinde, işveren tekeli kurulmasına ve işgücü maliyetlerinin düşürülmesine karşı çıkmaktadır. Özel istihdam büroları gelişip güçlendikçe devlet bu işten çekilecek, böylelikle işgücü arzı ile işgücü talebi işverende birleşecektir. Bu durum konfederasyonumuzun en başından beri hassasiyetle üzerinde durduğu işçi/işveren/devlet dengesinde de bozulma anlamına gelmektedir. Özel istihdam bürolarının yaygınlaşması, ucuz işgücünü getirecek ve endüstriyel ilişkiler sisteminin önünde bir engel olacaktır. Bu düzenleme, işverenin hak ve menfaatleri korunmakta, çalışanlar açısından ise, deyim yerindeyse, işçi simsarlığı getirmektedir.
Sözlerime, 1923’te, ilk İktisat Kongresi’nde, Büyük Atatürk’ün işçiler için söylediği sözlerden alıntı yaparak son vermek istiyorum. Şöyle diyor Atatürk:
"Bugün var olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını umduğumuz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır. Rahat ve mutlu olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır. Ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler."
Düşüncelerimizi ve duygularımızı bundan daha iyi özetleyecek sözler bulamıyorum. Ona şükranlarımızı sunuyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.