TÜRK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı Ramazan AĞAR, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ev sahipliğinde gerçekleştirilen “Dijitalleşme ve Yeşil Dönüşüm Çerçevesinde Çalışma Hayatında Sosyal Adalet Forumu”na katıldı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Yetkilileri, ILO, TİSK, Memur-Sen ve Kamu-Sen Yöneticileri, Üniversitelerin ilgili bölümlerinden akademisyenlerin ve uzmanların katıldığı forumda TÜRK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı Ramazan AĞAR bir konuşma gerçekleştirdi.
TÜRK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı AĞAR konuşmasında şu konulara değindi:
TİSK’in Değerli İcra Kurulu Üyesi,
Kamu-Sen ve Memur-Sen’in Saygıdeğer Genel Başkan Yardımcıları;
Değerli katılımcılar,
Sizleri şahsım ve TÜRK-İŞ Konfederasyonu adına saygıyla selamlıyorum.
Sosyal adalet, tüm vatandaşların adil bir şekilde tüm hak ve fırsatlara ulaşabilmesidir. Yani sadece vatandaş olduğu için; herkesin aynı haklara sahip olabilmesidir. Türkiye’de sosyal adaleti, cumhuriyetin bir kazanımı olarak değerlendirmek gerekir.
Mustafa Kemal ATATÜRK “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyerek vatandaşların cumhuriyeti sosyal adaletin bir güvencesi olarak görmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Yine Süleyman Demirel, “Ispartalı çobanın oğlunu cumhurbaşkanı yapan sistem cumhuriyettir” diyerek sosyal adaletin Türkiye’deki gelişimini özetlemiştir.
Sosyal adaletin temel amacı, vatandaşlar arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, herkesin onurlu bir yaşam sürdürebilmesini sağlamaktır. Bu da devletin vatandaşına karşı adil olmasından ve adaleti her koşulda sağlamasından geçer.
Sosyal adalet bu çerçevede devletin vatandaşlarına sağlaması gereken çok önemli bir güvencedir.
Günümüzde teknolojik gelişmelere bağlı olarak dünya hızla değişiyor. Bu değişim, çalışma yaşamını ve işçileri de derinden etkiliyor. İşçisiz fabrikalar yaygınlaşıyor, işler robotlar tarafından yapılmaya başlanıyor. 20 yıl önce 100 işçi ile yapılan bir üretim bugün 10 işçi ile yapılabiliyor.
Ancak teknolojik gelişmeler, geleneksel işleri azaltırken yeni iş alanlarını da ortaya çıkarıyor. Birkaç yıl önce adını dahi bilmediğimiz meslekler bugün çalışma hayatında oldukça yaygın bir biçimde görülüyor. Ancak teknolojinin işçilerin hayatını zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı olabilmesi, işçileri refahtan uzaklaştırıcı değil onlara bolluk bereket getiren bir şekilde kullanmak gerekiyor.
Aksi taktirde teknoloji; zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bir araç haline gelebiliyor. Yani sosyal adaleti sağlayan değil adaletsizlik üreten bir teknoloji ortaya çıkıyor. Teknoloji yeni çalışma modelleri üretiyor. İşçiler teknoloji ile uzaktan çalışabiliyor ancak bu kez de işverenlerin evdeki interneti karşılamadığı, oturduğu sandalyeyi vermediği bir düzen oluşabiliyor.
Yani yeni çalışma modellerinde de işçinin üzerindeki baskı azalmıyor, artıyor. Bu da teknolojiye ilişkin yaklaşımımızın hassas olması gerektiğini gösteriyor.
Yeşil dönüşüm konusu da; dijitalleşme gibi, son on beş yıllık dönemde çalışma hayatının en temel tartışmalarından biri haline geldi. Gelişmiş ülkeler ve bu ülkelerde yerleşik şirketler, yıllarca fosil yakıtlara dayalı üretimin öncüsü oldu, bu durum çevrenin de ağır şekilde tahrip edilmesine yol açtı.
Şimdi de yine bu çevreler, özellikle yeni teknolojilerin kullanım ve üretimindeki avantajlı konumlarını da kullanarak belirli politikaları uluslararası düzeyde tüm dünyaya benimsetmeye çalışıyorlar. Söz konusu politikaların dünya çapında zaten ciddi bir sorun olan sosyal adaletsizliği derinleştirme riski olabileceğini görüyoruz.
Dijital dönüşüme ayak uydurma şansı düşük olan, gelişmekte olan ülkelerin ciddi bir sanayisizleştirilme riski de ortaya çıkabilir. Nihayetinde bu durum sosyal adalet sorununun yoğunlaşmasına olumsuz yönde katkı sağlar.
Yeşil dönüşüm konusunun özellikle uluslararası sosyal adalet sorununun da dikkate alınarak değerlendirilmesini önemsiyoruz.
Sosyal adalet açısından öncelikli gördüğümüz risklerin başında kayıt dışı çalışma ve güvencesiz istihdamın giderek yaygınlaşması gelmektedir. Özellikle düşük gelirli çalışanlar, sosyal güvenlikten yoksun, sendikasız ve güvencesiz işlerde çalışmaya zorlanmaktadır. Ülkemizde sigortalı çalışanların yarıya yakını asgari ücret ile çalışırken, toplam işgücünün üçte biri kayıt dışı istihdamda yer almaktadır.
Kanunda haftalık çalışma süresi sınırı 45 saat olmasına rağmen uygulamada yasal çalışma süresinin çok üzerinde çalışmalar olduğu bilinmektedir. İşçilerin büyük çoğunluğu yasal hakları olan hafta tatili ve yıllık izinlerini kullanmakta dahi güçlük çekmektedir.
Bu da sosyal adaletin temel ilkelerinden biri olan eşitlik ilkesini zedelemektedir. Çalışanların hakları her geçen gün daha da gerilemektedir. Sendikal hakların zayıflatılması, işçi haklarının göz ardı edilmesi işçilerin refah seviyesini olumsuz etkilemektedir.
Sendikal örgütlülük oranı ülkemizde hala yüzde 15 düzeyindedir. Sendikal örgütlülüğün önündeki engeller bu oranın yükselmesini engellemektedir. Yetki davaları uzun sürdüğünden işçilerin toplu iş sözleşmesine ulaşmaları gecikmekte; hatta bazı durumlarda olanaksız hale gelmektedir.
Bazı işverenlerin sendikasızlaştırma politikaları nedeniyle 2-3 yıl boyunca süren bir davadan sonra işyerinde sendikalı işçi kalmamaktadır. İlk kez örgütlenmenin yapıldığı işyerlerinde, yetki sürecini engellemek amacıyla bazı işverenlerin işkolunu değiştirdiği uygulamalarla karşı karşıya kalınmaktadır.
Bunun yanında sendikanın örgütlenmeye başladığı işyerinde çalışmakta olan işçilerin, yeni açılan başka bir işyerine nakledilmesi suretiyle örgütlenmenin ortadan kaldırılması söz konusu olmaktadır.
Sendikal örgütlenmeyi engelleyen en önemli husus ise bazı işverenlerin yasal yaptırımlar olmasına rağmen örgütlenmeyi engellemek amacıyla sendika üyesi olan işçilerin işten çıkartılmasıdır.
Belirtmek gerekir ki, bunca olumsuzluğa rağmen sosyal diyalog mekanizmalarının güçlendirilmesi sosyal adaletin sağlanmasında önemli bir fırsat sunacaktır.
İşçi, işveren ve devlet arasındaki iş birliği sayesinde daha adil çalışma koşulları oluşturulabilir, toplu iş sözleşmeleri güçlendirilebilir ve sendikal haklar korunabilir. Son olarak, adil gelir dağılımının teşvik edilmesi sosyal adaletin sağlanmasında önem arz etmektedir.
Çalışanların ürettikleri zenginlikten adil bir şekilde pay almaları, sosyal adaletin temel taşlarından biridir.
Bu doğrultuda, ücret politikalarının gözden geçirilmesi, asgari ücretin yaşam koşullarına uygun hale getirilmesi, sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi ve az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınan bir sistemin oluşturulması gerekmektedir.