TÜRK-İŞ’in, Başbakan ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Grup Başkanlıklarına vergi iyileştirmesi ile ilgili yolladığı talebinin detayları şu şekildedir…
SAYIN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN
BAŞBAKAN
ANKARA
Maliye politikası uygulamasının temel aracı olan bütçe “2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı” olarak Yüce Meclisimizde görüşülmektedir.
Bir kanun olmasına karşın bütçe, esas itibariyle ülkede uygulanmakta olan ekonomik ve sosyal faaliyetlerde devletin yerini ve rolünü belirleyen özelliğe sahiptir. Devlet, ekonomiye kamu bütçesiyle yaptığı müdahaleyle çok önemli kaynakları toplamakta ve harcamakta, bu nedenle de kaynak tahsisleri üzerinde belirleyici etkiye sahip olmaktadır.
Günümüzde, demokratikleşme yönünde yapılan düzenlemelere de bağlı olarak vatandaş odaklı yönetim anlayışı ön plana çıkmaktadır. Devletin işlevleri ve devletin kurumsal yapısı bu çerçevede yeniden biçimlenmektedir. İnsanların temel ihtiyaçlarının karşılanması, yaşama ve çalışma koşullarının insancıllaştırılması giderek önem kazanmaktadır. Sosyal haklardaki bu gelişme, toplumu yüksek refah seviyesine ulaştırma yolunda önemli katkı sağlamaktadır.
Bütçelerin harcama bileşimi, kamusal kaynakların toplumun hangi kesimleri gözetilerek ve hangi gereksinimlerinin karşılanmasında kullanıldığını göstermektedir. Gelir bileşimi ise, söz konusu faaliyetleri yerine getirmek için gereken finansman yükünün toplumda nasıl dağıldığını göstermektedir.
Anayasanın “vergi ödevi” başlıklı 73’üncü maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür” ifadesi yer almaktadır.
Bu düzenlemeden amaçlanan, herkesin kamu harcamalarını finanse etmek üzere vergi ödemek yükümlülüğü olduğu ve fakat bu ödemenin mali güce göre olması gerektiğidir. Çok bilinen tanımıyla vergi adaleti “az kazanandan az, çok kazanandan çok” vergi alınarak sağlanacaktır.
Başta işçiler olmak üzere ücretli çalışanlar üzerinde ağır bir vergi yükü bulunmaktadır.
Türkiye’de gelir ve kazanç üzerinden alınan verginin yaklaşık üçte ikisi ücretliler tarafından ödenmektedir. Ücretliler üzerinde halen süregelen ağır yük, büyük ölçüde vergi ödemesi gerekenlerin bu yükümlülüklerinden kaçabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de gelir vergisi mükelleflerinin büyük çoğunluğunu ücretliler oluşturmaktadır. Ticari ve serbest kazanç sahiplerinin önemli bir bölümü ise vergi mükellefi yapılamamıştır.
Ücretliler üzerinde, doğrudan gelir ve kazanç üzerinden alınan vergiler ile birlikte dolaylı olarak, mal ve hizmet üzerinden alınan, yapılan harcamalardan kaynaklanan vergiler de söz konusudur. Bu vergiler ağırlıklı olarak tüketicilerin ya da gerçek anlamıyla toplumun önemli bir kesimini oluşturan başta ücretliler olmak üzere dar ve sabit gelirliler üzerindedir. Bu tutar gelirden alınan verginin üç katından fazladır.
Dolaylı vergilerin ağırlığından dolayı da Türkiye’deki vergi sistemi adaletsiz bir yapıya sahiptir. Çünkü dolaylı vergiler, yükümlünün gelirini ve kişisel konumunu dikkate almamakta ve daha başlangıçta gayri adil özellikler taşımaktadır. Toplam vergi gelirleri içinde yüzde 70’lere ulaşan dolaylı vergiler çalışanların vergi yükünü daha da artırmaktadır.
İşçiler üzerindeki vergi baskısı, özellikle 2004 yılında özel indirim tutarının kalkması, ardından ücretliler lehine olan ayırım ilkesinden vazgeçilerek vergi tarifesinin teke indirilmesi ve çalışanların üçüncü dilimdeki gelir vergisi tarifesine uygulanan vergi oranının yüzde 20’den yüzde 27’ye yükseltilmesi gibi nedenlerle artmıştır. Bu değişiklik yapılmadan önce ücretlilerin gelir vergisi oranı yüzde 15’ten başlarken, diğer kazanç sahiplerinin vergi oranı yüzde 20’den başlardı. Gelir Vergisi Kanununun 103 üncü maddesinde yer alan gelir vergisine tabi gelirlerin vergilendirilmesinde esas alınan tarife ücretliler aleyhine gelişmiştir. Ortalama aylık 2.000.- lira brüt ücret örneğinden hesaplama yapıldığında, yılın son ayında gelir vergisi oranı yüzde 27’e yükselmektedir.
Doğrudan ve dolaylı vergilerin en büyük ödeyicisi olan işçileri, işverenler ile aynı oranlarda vergilendirmek haksızlıktır.
Bugün itibariyle asgari ücretli olarak çalışan bekar her işçi, asgari geçim indirimi sonrası devlete her ay 56, 85 lira gelir vergisi ödemektedir. Öte yandan “istihdamı artırmak ve işsizliği önlemek” gerekçesiyle, özel sektör işverenlerinin sosyal güvenlik işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutarının Hazinece karşılanması yönünde teşvik uygulamaktadır. Böylece işverenin yüzde 19,5 olan SGK işveren primi oranı yüzde 14,5 olarak uygulanmaktadır. Bu düzenlemeyle işveren her asgari ücretli için 51 lira daha az prim ödemektedir. Bu indirim bölgelere göre artan oranda farklılaşabilmektedir.
Hizmet akdiyle çalışanlar için prim teşvikleri kapsamında merkezi yönetim bütçesinden SGK’ya 2013 yılında 7,6 milyar lira transfer yapılması beklenmektedir. Bu tutar 2014 yılında daha da artacaktır. Bu uygulama ile devlet, sosyal koruma görevini iktisaden zayıf olan işçiden yana değil işverenden yana kullanmaktadır.
Vergilendirme açısından ücret gelirlerinin en kolay ve denetlenebilir gelir olma özelliği, Türkiye’de “bordro mahkumu” kavramının yerleşmesine yol açmıştır. İktisat öğretisinde “sabit gelirli” olarak tanımlanan ücretliler, vergi politikalarıyla “azalan gelirli” haline gelmiştir.
Ücretler üzerinde vergi yükünün ağır olmasının ekonomik, mali ve hatta toplumsal sonuçları olumsuz olmaktadır.
Ücretlilerin üzerindeki vergi yükünün bir diğer önemli ve olumsuz etkisi de toplu sözleşme görüşmelerini çıkmaza sokmasıdır. Kamu kesiminde 2013 yılında bağıtlanan toplu iş sözleşmelerinin müzakerelerinde karşılaşılan temel uyuşmazlık konularından birisi de vergi kesintileri nedeniyle işçinin eline geçen net ücretin yılbaşına göre geçen aylar içinde giderek gerilemesi olmuştur.
Vergi yapısındaki çarpıklık nedeniyle bağıtlanan toplu iş sözleşmesiyle belirlenen ücret zammı anlamını yitirmekte ve sözleşme ile sağlanan ücret artışının çoğu vergi ödemesine gitmektedir.
Uygulamada dikkati çeken bir diğer husus, ücretli çalışanlardan alınan vergilerde işçi ile devlet memuru arasında ayırım yapılmasıdır. İşçiye yapılan neredeyse tüm ödemeler vergiye tabi iken, devlet memurlarına yapılan çoğu ödeme (iş güçlüğü, iş riski, temininde güçlük ve mali sorumluluk zammı; özel hizmet, eğitim-öğretim, din hizmetleri, emniyet hizmetleri, mülki idare amirliği özel hizmet, denetim, adalet hizmetleri ve diğer tazminatlar, aile ve çocuk parası) gelir vergisi kapsamında değildir.
Böylece devlet memuru olarak istihdam edilenler, belirlenen net ücret tutarını bütün yıl almakta ve yine altışar ayda yapılan maaş zammı da net olarak eline geçmektedir. Oysa işçilerin ücreti her geçen ay -vergideki artan oran nedeniyle- eksilmektedir. Yıllık Program verilerine göre, 2002-2013 dönemi itibariyle memur ücretleri net olarak artarken, kamu işçilerinin net ücreti düşmüştür.
Ödeme gücüne göre vergi alınmasının bir temel amacı da, insan onuruna yaraşır bir yaşama düzeyini sağlayacak yeterlilikte bir gelirin vergi dışı bırakılmasıdır. Oysa ücretlilere uygulanan “asgari geçim indirimi” yılbaşındaki asgari ücretin yarısıdır. Buna göre 2013 yılının ikinci yarısında bekar bir işçi aylık 73,40 lira tutarında asgari geçim indiriminden yararlanmaktadır.
Türkiye'de vergi alanında gerçek anlamda yapılacak bir reform, ancak ücretliler aleyhine varolan bu çarpık yapının değiştirilmesiyle mümkün olacaktır.
Öncelikle emek üzerindeki vergi yükünün azaltılması ve verginin geniş kitlelere adil bir şekilde yansımasının sağlanması gerekmektedir. Bu ülkenin sağladığı kaynakları kullanarak gelir ve servet elde edenler, topluma karşı yükümlülüklerini yerine getirmeli ve kazançları oranında vergi ödemeleri sağlanmalıdır.
Talebimiz ve beklentimiz, 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunuyla ilgili Yüce Meclis’te yapılacak müzakerelerde, yukarıda değindiğimiz haksız ve adaletsiz durumu ortadan kaldıracak, işçiler lehine iyileştirme getirecek düzenlemelerin yapılmasıdır.
Arz ederiz.
Saygılarımızla,
Ergün ATALAY Pevrul KAVLAK
Genel Başkan Genel Sekreter