TÜRK-İŞ, Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Varlık Fonuna devredilmesiyle ilgili olarak bir açıklamada yayınladı.
TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün ATALAY, bazı şirketlerin Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Varlık Fonuna devredilmesiyle ilgili olarak yaptığı açıklamada; yatırımlara kaynak sağlanması yoluyla kalkınmanın hızlandırılması ve ekonomide sürdürülebilir büyüme oranlarının yakalanması amacıyla getirilen düzenlemenin “yeni özelleştirme” olmaması gerektiğini söyledi.
TÜRK-İŞ Genel Başkanı şu açıklamayı yaptı:
“Türkiye Varlık Fonu ülkenin gündemine Ağustos 2016 tarihinde kabul edilen kanun ile girmiştir. Kanunun gerekçesinde, Türkiye Varlık Fonunun oluşturulma amacı “sürdürülebilir büyüme ve finansal kalkınmayı sağlamak” olarak açıklanmıştır.
Türkiye Varlık Fonunun kurulmasıyla birçok hedef gerçekleştirilmek istenmektedir. Bunlar arasında, “kalkınmanın lokomotifi olan reel sektör yatırımlarına, stratejik sektör, şirket ve projelere uzun vadeli kaynak sağlanması yoluyla kalkınmanın hızlandırılması, ekonomide sürdürülebilir büyüme oranlarının yakalanması ve ekonomik istikrarın sağlanması” başta gelmektedir. İşçiler açısından en dikkat çekici hedef, hiç kuşku yok ki, “büyüme oranına gelecek on yıl içinde yıllık yüzde 1,5 oranında ilave artış sağlanması” yanı sıra “yapılacak yatırımlarla yaklaşık yüzbinlerce kişilik ek istihdam sağlanması” olmaktadır.
Bu hedefler, yatırımlar yoluyla istihdamın artması ve ekonomik büyüme sağlanarak refahın yaygınlaşması açısından önemli ve kabul edilebilir niteliktedir.
Kalkınma yolunda ilerlemek isteyen her ülke gibi Türkiye’de de temel hedef, yüksek ekonomik büyümeyi sağlamak, diğer bir ifadeyle, kişi başına düşen mili geliri istikrarlı bir şekilde yükseltmektir. Oysa büyüme hızını artırmak konusunda, tasarruf yetersizliği, teknolojik gelişme gibi nedenlerle güçlükler yaşanmaktadır. Ülkenin ekonomik ve sosyal sorunlarının çözümü, gelişmiş ülkelerle olan gelir açığının kapanabilmesinin temel koşulu, zaman içerisinde daha yüksek büyüme oranlarının sağlanması ve sürdürülmesi olmaktadır.
Ülkemizde gerçekleştirilen ekonomik büyüme sağlıklı kaynaklara dayanmamaktadır. Yatırımlar yetersiz ve sektörler itibariyle dağılımı dengesizdir. Ekonomik büyüme daha çok dış kaynaklarla, para ve maliye politikalarının etkisiyle iç talep canlandırılarak sağlanabilmektedir. İç talep kısıldığında büyüme oranlarının hızla düştüğü gözlenmektedir. İç talebin canlandırılması ve üretim artışı ise ithalatta hızlı yükselmeyi ve cari açıkta artışı beraberinde getirmektedir.
Ekonomik büyümesini istikrarlı sürdürmek durumunda olan ülkemizde, Türkiye Varlık Fonu oluşturulması –hiç kuşku yok ki- bu açıdan büyük önem taşımaktadır.
Ülke ekonomisinde bir dönüşümün gerçekleştirilmesi ve yeniden büyüme sürecinin sağlanması için, öncelikle sanayileşme ve reel üretim artışlarına dayalı bir program çerçevesinde bu uygulamanın yapılması gerekmektedir.
Bu yaklaşım, gelir dağılımını bozarak sermaye birikimi modelinin terk edilmesi anlamındadır. Dışarıya kaynak transferinin önlenmesi, lüks tüketim ve israfın sonlandırılmasıdır.
Büyüme hızına olumlu katkısı olan yatırımların yetersiz kalması, hem ekonomik büyümeye katkıyı azaltmakta hem de uzun vadede ekonomik büyümenin sürdürülmesini olumsuz etkilemektedir. Gelişmekte olan pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye ekonomisinin sektörel yapısının değişimi eşliğinde ekonomik büyümede belirleyici en önemli öğe sabit sermaye yatırımlarıdır.
Büyümesini hızlandırmayı ve kişi başına gelir seviyesini artırmayı kendisine hedef olarak belirleyen Türkiye, bunu gelir dağılımını iyileştirerek gerçekleştirmek durumunda olmalıdır. Bunun yolu, geçmiş dönemde de uygulandığı üzere, kamu iktisadi kuruluşların özelleştirilmesi ve yabancılara satılması olmamalıdır. Bakanlar Kurulu Kararıyla; BOTAŞ, TPAO, ETİ MADEN, ÇAYKUR, PTT, TÜRKSAT, ZİRAATBANKASI ile HALKBANK ve BORSA İSTANBUL gibi kamu sermayeli şirketler, banka ve finans kuruluşları, özelleştirme programında bulunan bazı şirketler Türkiye Varlık Fonu’na devredilmiştir. Burada çalışanların statüsünün ne olacağı sözlü taahhütlerle değil yazılı olarak netleştirilmeli, istihdam güvencelerinin korunacağı belirtilmelidir. Bunun için gerekli düzenlemeler vakit kaybedilmeden yapılmalıdır.
Türkiye’de ulusal tasarruf oranının yükseltilmesi için çaba gösterilmesi olumludur. Ancak bu yaklaşım “yeni bir özelleştirme” uygulamasına dönüşmemeli, “geleceğe ipotek” sonucuna yol açmamalıdır.
Hiç kuşku yok ki, ekonomik büyümenin sağlanması önem taşımaktadır. Ancak bir o kadar önemli olan husus da “kim için ve nasıl büyüme” sorusudur. Tasarrufun toplumun hangi kesimi tarafından yapılacağıdır. Milletin tasarruflarıyla oluşturulan ve sınırlı sayıda kalan kamu şirketlerinin elden çıkarılmasına yola açacak politikalardan özenle kaçınılmalıdır. Büyüme stratejileri, kapsayıcı ve gelir dağılımını iyileştirici sosyal politikalarla desteklenmelidir. Ekonomik, sosyal, mali politika uygulamalarında, iktisaden dar ve sabit gelirli kesimlerin korunmasına öncelik verilmesi önem taşımaktadır.
Türkiye Varlık Fonu uygulamasıyla ilgili olarak kamuoyunda oluşan tereddüt ve görüşler ile endişeler en kısa zamanda giderilmelidir.”